AYASOFIA
921 yıl kilise olarak kullanıldıktan sonra, 481 yıl da Camii
olarak kullanılan Ayasofya, İslam ve Hristiyanlık dinleri için büyük bir önem
taşıyor. Bu eşsiz yapı, bir çok gizemi de içerisinde barındırıyor.
Melek Tasvirli Mozaikler:
Kubbeye geçişi sağlayan köşe elemanlarının yüzeylerinde yalnız kafa ve kanatlardan ibaret olan dört melek tasviri yer alır.
Güney Galerideki Komnenos Ailesi Mozaiği:
İmparator Komnenos II ile eşi Macar asıllı İmparatoriçe
İrene ve oğulları Aleksios’u tasvir etmektedir. Ortada kucağında İsa ile ayakta
duran Meryem yer almaktadır. İmparator ve İmparatoriçe değerli taşlarla süslü
tören elbiselerini giymişler, imparatorun elinde bir para kesesi, İmparatoriçe
de bir rulo tutmaktadır. Takdim edilen rulo kiliseye bağışları, deri kese ise
altın yardımını belirtmektedir. Macar asıllı imparatoriçenin ırk özellikleri;
açık ten ve açık saç rengi belirgindir
Güney Galerideki İmparatoriçe Zoe Mozaiği:
Ortada Pantokrator (Kainatın hakimi) İsa, sağ eliyle takdis
işareti yapmakta, sol eliyle incilerle bezenmiş cildi olan Kutsal Kitabı
tutmaktadır. İsa’nın bir yanında imparatoriçe Zoe, diğer yanında Zoe’nin üçüncü
kocası Konstantinos Monomakhos yer almaktadır. Bizans tarihinde entrikaları ve
evlilikleriyle ün yapan imparatoriçe Zoe kocalarını değiştirdikçe mozaik
üzerindeki imparatorun başı ve isminin belirten yazının da değiştiği
sanılmaktadır. Konstantin’in kafası ve üstündeki yazıt kazınıp, tekrar
yapılmıştır. Orijinal mozaik Zoe’nin ilk kocasına aitti. Bu panoda İmparatorluk
ailesinin kiliseye şükran ve bağışları sembolize edilmektedir..
Güney Galeride Deisis Mozaiği:
Ayasofya’nın mozaikleri arasında hiç kuşkusuz, en ünlüsü
Deisis kompozisyonudur. Deisis, yani mahşer günü İsa’dan Meryem ve Loannes
Prodromos’un insanlık için yardımcı olmasını dilemeleridir. Mahşer
Kompozisyonunun ortasını meydana getiren üçlü kompozisyonda ortada büyük bir
İsa ekseni teşkil eder. Üçlü grubun ikinci şahsı Meryem’dir. Diğer yanda ise
Vaftizci Yahya bulunmaktadır.
Apsis Yarım Kubbesindeki Mozaik
Altın zemin üzerinde ortada değerli taşlarla süslü tahta
oturan Meryem, kucağında İsa ile birlikte tasvir edilmiştir. Meryem’in koyu
lacivert renkte sade ve bütün vücudunu örten kıyafeti, etrafını çeviren altın
zemin ile bir kontrast oluşturur.
Ayasofya’nın altındaki tüneller
Mahzenlerin altındaki tünellerden Kınalı adaya kadar bir
tünel uzandığıda söyleniyor.
Pençe nişanı
Binanın güneydoğusundaki kubbeyi tutan fil ayağının bir
yüzünde 6 metre yükseklikte ele benzeyen bir iz var. Kuşaktan kuşağa
anlatılanlara göre, fetih günü, Fatih Sultan Mehmet’in atı ürkmüş, Sultan
eliyle bu kemere tutunmuş. Atı ise sütunun kaidesini zedelemiş. Buraya kadar
bir şey yok. Ama pençe izinin yerden 6 metre yükseklikte olduğu ve bu
yüksekliğe, hiçbir atın erişemeyeceği düşünülürse, olayın esrarı bir anda
ortaya çıkıveriyor.
Esrarengiz kapılar
Ayasofya’nın güney tarafında ufak ve dar bir koridorun
ucunda örülmüş bir kapı var. Buna “açılmaz kapı” deniyor. Anlatılanlara göre
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a girdiğinde Rum Ortodoks Patriği yanındakilerle
bu kapının önünde dua ediyormuş. Osmanlı ordusu kiliseye girince, Patrik bu
kapıdan kaçıp kaybolmuş ve kapı bir daha açılmamış.
Her paskalyada bu kapının önünde” kırmızı yumurta kabukları”
ortaya çıkarmış… Bir de “Kapanmaz Kapı” miti var. Fetih günü, Fatih’in
ordusundan biri bu kapıya öyle bir vuruş vurmuş ki, kapı yere gömülmüş ve bir
daha asla açılmamış…
Tabuta dokunulursa Ayasofya yıkılacak
Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı
pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor. Yalnız bir tehlike var,
“Bu tabuta sakın dokunmayın” deniyor. Çünkü tabuta el sürü-lürse-jbüyük bir
gürültü başlıyor ve tüm bina sallanmaya başlıyormuş.
Kubbenin dört tarafında birer melek resmi var. Bunlar
Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail’dir. Bu melekler kanatlarını açmış bir
biçimde çizilmişler. İnanca göre Azrail, imparatorların ölümlerini, Mikail
düşman saldırılarını, Cebrail ve İsrafil ise olacak olayları haber veriyor.
İnananlar, tabut ile bu melekler arasında bir ilişki
kuruyorlar… Tabutun koruyuculuğunu da üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin
vermiyorlarmış
Ayasofya’nın içinde büyük salonun ortasında bir kuyu var.
Eskiden bu kuyu kalp hastalığına tutulanların sık sık
geldikleri bir yerdi. Bunlar üç cumartesi art arda aç karnına buraya gelir,
sabah namazını kılar ve bu sudan içerlerdi.
Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar sürdü. Kuyunun
üzerinde yaklaşık 50 santim çapında, demir bir kapak var. 7 metrelik bir çubuk
sarkıtıldığında dibine ulaşılamıyor. Su hâlâ mevcut, tadı tatlımsı ve
mineralli.
Suyun ne tür bir bir bileşim taşıdığının, incelenmesi
gerekir. Yüzyıllardır orada durduğuna göre acaba bozulmuş mudur? Sonra niçin
kalp hastalığına iyi geliyor? Bu da düşündürüyor. Yoksa suyun bir özelliği mi
var? Bu soruların cevaplarını, devletin yetkili kurumlarına bırakıyoruz.
Geçenlerde bilim dünyası çikolatanın içinde bulunan bir
maddenin hormonal etki yaptığını açıkladı. Ama bu etki özellikle, aşk yüzünden
kalbi kırılanların üzerinde görülüyormuş. Demek ki, bu madde,beyinde aşırı
üzüntü yaratan merkezi etkiliyor. Ayasofya’ daki kuyunun şifalı suyunun da
böyle bir özelliği neden olmasın!
Terlemenin nedeni
İnanca göre, Ayasofya’nın büyük bir kubbesi bir depremde
yıkılınca, 300 rahip Mekke’ye gitmişler ve orada zemzem suyundan almışlar, bunu
Mekke toprağı ile karıştırıp,bu sütunun altına harç olarak koymuşlar. Sütunun
bu yüzden “terlediğine”inanılıyor.
Bir başka inanca göre de Hızır Peygamber, parmağım
Ayasofya’daki deliğe sokmuş ve binayı Mekke’ye yöneltmiş yani Terleyen direğin
ya da diğer adıyla ağlayan direğin öyküsü, görüldüğü kadarıyla Osmanlı
döneminde ortaya çıkmış. İslam inançlarıyla beslenmiş.
Sütunun yapısının gözenekli olduğu ve kılcal damarlar
yoluyla temeldeki suyu emdiği ve bu yüzden terlediği, en geçerli bilimsel
açıklamalardan biri. Ama acaba neden sadece bu direği gözenekli taştan
yapmışlar? Bu soru cevapsız kalıyor…
Terleyen direk
Ayasofya’nın kıble tarafındaki kapılarından soldan
sayılınca, sonuncusunun iç tarafında bir mermer sütun görürsünüz. Bu sütunun en
büyük özelliği kış ve yaz nemli olması. Bu yüzden bu sütuna “terleyen direk”
deniyor. Sütunun zemininden başlayarak bir buçuk metrelik bir kısmı bakır
plakalarla kaplı.
İnanca göre sürekli baş ağrısı çekenleri, sindirim sistemi
hastalıkları olanları ve sıtmaya tutulanları bu direk tedavi ediyor. Önce iki
rekât namaz kılınıyor, sonra hasta avuçlarını önce bakır plakalara sonra da
yüzüne sürüyor. Bu hareket üç kez tekrarlanınca hastalıklar iyi oluyor…
Ayrıca elleri çok terleyen kimselerin, direğin üzerinde
bulunan deliğe parmaklarını soktukları ve artık ellerinin terlemediği birçok
defalar görülmüş…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder